27 Haziran 2013 Perşembe

AŞK-I SEMAZEN




                                                                                                                                               
 İlk çocuğum olması gereken yer de artık, kitapçılarda... Sizlerle buluşmayı bekliyor. Aşk-ı Semazen ile ilgili hisleriniz, eleştirileriniz aklınızdan geçen her şey için bana, cansutok@hotmail.com adresinden yazabilirsiniz.. Umarım sizde Sade ve Can'ı çok seversiniz.    

 SONSUZA DEK SADE AŞK İLE OLMANIZ DİLEĞİYLE,
                                             Cansu 

11 Nisan 2013 Perşembe

Dökülen her yaprak,
    ağacın yaşanmışlığıdır...

5 Kasım 2012 Pazartesi

Yokluğun da seninle ilgili,               
    yokluğuna bile kızamıyorum...

23 Ekim 2012 Salı

En Sevdiğim Hikaye, Küçük Prens :)

   İşte o sırada bir tilki çıkıverdi ortaya.
“Günaydın” dedi tilki.
“Günaydın” dedi küçük prens kibarca. Ama etrafına baktığında kimseyi göremedi.
“Buradayım! Elma ağacının altında.”
“Sen kimsin? Çok güzel görünüyorsun.”
“Ben bir tilkiyim.”
“Gel, birlikte oynayalım. Öyle mutsuzum ki” dedi küçük prens.
“Seninle oynayamam” dedi tilki, “ ben evcil bir hayvan değilim.”
“Buna çok üzüldüm” dedi küçük prens. Ama biraz düşündükten sonra: ”Evcil ne demek?” diye sordu.
“Anladığım kadarıyla burada yaşamıyorsun” dedi tilki, “kimi arıyorsun?”
“İnsanları arıyorum,” dedi küçük prens, “ peki ama ‘evcil’ ne demek?”
“İnsanlar,” dedi tilki, “tüfeklerle dolaşırlar ve avlanırlar. Tam bir baş belasıdırlar. Bir de tavuk yetiştirirler. Tüm işleri bundan ibarettir. Sen de mi tavuk arıyorsun?”
“Hayır, ben arkadaş arıyorum. Ama ‘evcil’ ne demek?”
“Bu pek sık unutulan bir şeydir. ‘Bağ kurmak’ anlamına gelir.”
“Bağ kurmak mı?”



“Evet. Örneğin, sen benim için sadece küçük bir çocuksun. Diğer küçük çocuklardan hiçbir farkın yok benim için. Sana ihtiyacım da yok. Aynı şekilde, ben de senin için dünyadaki yüz binlerce tilkiden biriyim sadece. Bana ihtiyaç duymuyorsun. Ama beni evcilleştirirsen eğer, birbirimize ihtiyacımız olacak Sen benim için tek ve eşsiz olacaksın, ben de senin için.”
“Anlamaya başlıyorum” dedi küçük prens. “Bir çiçek var. Sanırım o beni evcilleştirdi.”
“Olabilir. Dünyada her şey mümkündür.” dedi tilki. 
“Ama bu çiçek dünyada değil.”
Tilki şaşırmıştı. “Başka bir gezegende mi?”
“Evet.”
“Peki orada avcılar da var mı?”
“Hayır, yok.”
“Bu çok ilginç. Peki ya tavuklar?”
“Hayır. Tavuklar da yok.”
“Eh, hiçbir yer mükemmel değildir” dedi tilki içini çekerek. Sonra kendini anlatmaya başladı:
“Yaşamım çok monotondur. Ben tavukları avlarım, avcılar da beni. 


Bütün tavuklar birbirine benzer. Bütün insanlar da öyle. Bu yüzden biraz sıkılıyorum. Ama beni evcilleştirirsen eğer, yaşamıma bir güneş doğmuş olacak. Senin ayak seslerin benim için diğerlerinden farklı olacak. Ayak sesi duyduğum zaman hemen saklanırım. Ama seninkiler, bir müzik sesi gibi beni gizlendiğim yerden çıkaracaklar. Şu ekin tarlalarını görüyor musun? Ben ekmek yemem. Buğday benim hiçbir işime yaramaz. Bu yüzden de bu tarlalar bana hiçbir şey hatırlatmazlar. Buna üzülüyorum. Ama sen beni evcilleştirseydin, bu harika olurdu. Altın renkli saçların var senin. Ben de altın renkli başakları görünce seni hatırlardım. Ve rüzgarda çıkardıkları sesi severdim.
Sustu tilki ve uzun bir süre küçük prensi izledi.
“Senden rica ediyorum. Lütfen beni evcilleştir!” dedi.
“Elbette” dedi küçük prens. “Ama pek fazla vaktim yok. Yeni arkadaşlar edinmem ve birçok şeyi anlayabilmem gerekiyor.”
“Sadece evcilleştirdiğin kişiyi anlayabilirsin” dedi tilki. “İnsanlarınsa hiçbir şeyi anlayacak vakitleri yoktur. Her şeyi dükkandan hazır alırlar. Ve arkadaşlar dükkanlarda satılmadığı için de, hiç arkadaşları olmaz. Eğer bir arkadaşın olsun istiyorsan, evcilleştir beni!”
“Ne yapmam gerekiyor peki?” diye sordu küçük prens.
“Çok sabırlı olman gerekiyor. Önce çimenlerin üstüne, biraz uzağıma oturmalısın. Ben gözümün ucuyla seni izleyeceğim, sen hiçbir şey söylemeyeceksin. Sözcükler yanlış anlamalara neden olurlar. Ama her gün, biraz daha yakına gelebilirsin.”
Ertesi gün küçük prens yine geldi.
“Her gün aynı saatte gelmelisin” dedi tilki. “Örneğin öğleden sonra saat dörtte gelirsen, ben saat üçte kendimi mutlu hissetmeye başlarım. Zaman ilerledikçe de daha mutlu olurum. Saat dörtte endişelenmeye ve üzülmeye başlarım. Mutluluğun bedelini öğrenirim.


Ama günün herhangi bir vaktinde gelirsen, seni karşılamaya hazırlanacağım zamanı asla bilemem. İnsanın gelenekleri olmalıdır.
“Gelenek nedir?”
“Bu da çok sık unutulan bir şeydir” dedi tilki. “Bir günü diğer günlerden, bir saati diğer saatlerden ayıran şeydir. Örneğin, şu benim avcıların da gelenekleri vardır. Perşembeleri kızlarla dansa giderler. Bu yüzden de Perşembe benim için harika bir gündür. Üzüm bağlarına kadar yürüyebilirim. Ama avcılar dansa herhangi bir gün gitseydi, benim için hiçbir günün özelliği olmayacaktı ve asla tatil yapamayacaktım.”




Böylelikle küçük prens tilkiyi evcilleştirdi. Ve ayrılma vakti geldiğinde “Ah! Sanırım ağlayacağım” dedi tilki. 
“Bu senin hatan” dedi küçük prens. “Ben sana zarar vermek istemedim. Seni evcilleştirmemi sen istedim. 
“Doğru, haklısın” dedi tilki.
“Ama ağlayacağını söyledin!”
“Evet, öyle.”
“O halde bunun sana hiçbir yararı olmadı.”
“Hayır, oldu. Buğday tarlalarının rengini gördükçe seni hatırlayacağım. Şimdi git ve güllere bir kez daha bak. O zaman kendi gülünün evrende eşsiz ve tek olduğunu anlayacaksın. Sonra bana veda etmek için buraya geri döndüğünde, sana hediye olarak bir sır vereceğim.”
Küçük prens güllere bir kez daha bakmaya gitti. 
“Hiçbiriniz benim gülüm gibi değilsiniz. Çünkü henüz hiçbiriniz evcilleşmediniz. Ve siz de hiç kimseyi evcilleştirmediniz” dedi onlara. “Siz tıpkı tilkinin benimle karşılaşmadan önceki hali gibisiniz. Dünyadaki binlerce tilkiden yalnızca biriydi o. Ama ben onunla dost oldum ve şimdi artık o özel bir tilki.”
Güller bu duyduklarına çok bozuldular.
“Evet, güzelsiniz. Ama boşsunuz. Sizin için kimse yaşamını feda etmez. Yoldan geçen herhangi biri, benim gülümün de size benzediğini söyleyebilir. Ama benim gülüm sizin her birinizden çok daha önemlidir. Çünkü ben onu suladım. Ve onu camdan bir korunakla korudum. Önüne bir perde gererek rüzgarın onu üşütmesini engelledim. Tırtılları onun için öldürdüm ( ama birkaç tanesini kelebek olmaları için bıraktım). Onun şikayetlerini ve övünmelerini dinledim. Ve bazen de suskunluklarına katlandım. Çünkü o benim gülüm.”
Bunları söyledikten sonra tilkinin yanına döndü.
“Elveda” dedi.
“Elveda” dedi tilki de. “Ve işte sırrım: Bu çok basit. İnsan gerçekleri sadece kalbiyle görebilir. En temel şeyi gözler göremez.”
“Temel olan şeyi gözler göremez” diye tekrarladı küçük prens. Öğrendiğinden emin olmak istiyordu.
“Senin gülünün diğerlerinden daha önemli olmasını sağlayan şey, ona ayırdığın vakittir” dedi küçük prens.
“İnsanlar bu en önemli gerçeği unuttular. Ama sen unutmamalısın. Evcilleştirdiğin şeye karşı her zaman sorumlusun. Gülüne karşı sorumlusun.
“Gülüme karşı sorumluyum” diye tekrarladı küçük prens, öğrendiğinden emin olmak için. Sonra yoluna devam etti.                             

Ve tabii ki; "Birinin sizi evcilleştirmesine izin veriyorsanız, gözyaşlarınızı da  hesaba katmalısınız."              

Hayatımda okuduğum en naif ve en güzel hikaye olan Küçük Prens'in en sevdiğim kısmını paylaşmak istedim.  Eğer bir kez olsun evcilleştirilmeyi göze aldıysanız, dünyada milyarlarca insan olmasına rağmen sadece size özel bir insan olduğunu bilirsiniz ve sonunda dökeceğiniz gözyaşının da bunun bedeli olduğunu...  Sanırım başka söyleyecek bir şey yok, dilerim siz de bir gün evcilleştirilmiş ve eşsiz biri olabilirsiniz :)                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                            

12 Ekim 2012 Cuma

BAZEN ÖZLERSİN...

BAZEN ÖZLERSİN...
Neyi özlediğini bilmeden...
bir aşk düşmüştür kalbine,
seni hem var eden, hem yok eden
İçinde kaybolduğunu özlersin,
İçinde var olduğunu...

BAZEN ÖZLERSİN...
Ait olduğun ama sahip olamadığın
bir aşk, bir büyü, bir rüya
özlemekten seni alı koydurmayan

Özlersin işte, uzun uzun anlatılmak istemez cümleler... Koptuğun nefesi, oraya dönebilmeyi, cenneti...

Ardından bir elma yersin, çocukça kandırırsın kendini...
Gelme sebebin olur mu hiç dönüş biletin?

Dönemezsin ve
sen
ÖZLERSİN 
kokusunu cennetin!...


9 Ekim 2012 Salı

DOST İKİ NOKTA ÜST ÜSTE

Tam 7 sene önce bugün. Ekimden geçmiş dokuz gün, yıl 2005. Koskocaman bir şehir, içinde ben, yalnız, yapayalnız... İlk evden ayrılış nasıl anlatılır ki? Geçen yıllara inat düğüm düğüm olmaz mı bütün kelimeler yüreğin düğümünü anlarmış gibi? O gün, o günün soğukluğu üşütmez mi hala? Annemle babamı yolcu ettikten sonra çok ağlamıştım yurt odasında... Aşk dediğim, onun için gecemi gündüzüme kattığım şehirde, İstanbul'daydım oysa... Ama gurbet, ah o gurbet... İlk kez öğrenmiştim o gün, burnunun direğinin sızlamasının sadece bir deyim olmadığını, burnun bir direği olduğunu ve onun inleye inleye sızladığını! 
Tam 7 sene önce bugün. Yıl milattan sonra 2005. Yalnızlık sarmışken dört bir yandan, yurda taşınmaya çalışan iki kızla tanıştım bir anda.. O akşam ilk kez tanıdığım, ülkenin dört bir yanından gelmiş sekiz kız toplandık bir odada... Bıraktığımız şehirdeki geçmişlerimiz, gelecek hayallerimiz, üniversitenin getirdiği özgürlüğümüz, ilk kez yuvadan uçmanın getirdiği korkularımız hepsi bizimle sohbetimize sığındı gecenin karasıyla... O geceden bana iki can kaldı, ömürlük yadigar.
7 sene önce bugün tanıdım onları... Başta asla tahmin etmezdim, böyle candan öte olacaklarını... Eda ve Nergis, bana 'dost' kelimesinin sözlük anlamının ötesini öğrettiler. Açın bakın sözlüğe, aynen şöyle düşer kelimeler; dost iki nokta üst üste sevilen, güvenilen, yakın arkadaş, gönüldaş, iyi görüşülen kimse. Hiçbir sözlük, kullanmaya kalksa bütün kelimeleri, onları anlatmaya yetmeyecek. Dost iki nokta üst üste, hatanı yüzüne seni kırmadan söyleyebilendir. Yanlış yaptığında dur diyen, sen yaramaz bir çocuk gibi söz dinlemediğinde arkanda durabilendir. Nergis'in onunla bütünleşen sözüdür dost; "Dostum yaptığın doğru değil, ama ne olursa olsun ben hep yanında olacağım!" Dost iki nokta üst üste senin acını kendi acısı gibi yaşayan, yürek yangını hiç düştüğü yerdekiyle bir olur mu sorusuna inat yangını aynı şekilde yaşayandır. Eda'nın; "Sen üzülüyorsun diye ağlıyorum şu an!" deyip, benimle gözyaşı dökmesidir dost. Dost iki nokta üst üste saatin kaç olduğunu umursamadan sevincini de, üzüntünü de ilk paylaştığın kişidir. Çünkü en derin uykusunda bile, yüreğinin bir yanının sana ait olduğunu bildiğindir dost. Dost iki nokta üst üste karnına ağrılar girene kadar gülmek, yanında bütün sıkıntıları  bir kenara itmek, gülümsemenin adı olmasıdır. Dost, sabahlara kadar edilen sohbetlerdir, kimi manalı, kimi manasız. Gecenin üçünde birbirine gereksiz bilgiler vermektir, tarih boyunca çingenelerin asla devlet kuramadığı gibi  (!) :) Dost öğrenmektir, gelişmektir, birlikte büyümektir. Yaşadığın her anı, en acısını bile onlar yanındaydı diye yeniden, hiç düşünmeden yaşamaya razı gelmektir. Dost iki nokta üst üste aynı karnı paylaşmasan da aynı yüreği paylaştığın kardeşindir. 
Hayatım boyunca hep çok şanslı olduğumu düşündüm, çünkü çok güzel bir aileye sahiptim. Ancak şansın ötesinde ödüllendirildiğimi Nergis ve Eda'yla tanışınca anladım. Aile gibi değildir arkadaş, seçim hakkı tamamen size aittir. Hayatım boyunca doğrularım, yanlışlarım oldu ama şaşmayan doğrum dostlarım oldu. İkisi de başka bir ömrüm olacaksa eğer oraya da onlarla gideyim dediğim kişiler. Bir ömre yetmeyecek onları sevmek... DOST İKİ NOKTA ÜST ÜSTE BİR ÇİÇEKTE ALLAH'I GÖRMEK, BİR EDAYLA ONA VURULMAKTIR! 


**Not: Diğer dostlarım, bugün bizim 7. yılımız yazı da yer almadığınız için maruz görün :) Hepinizi çok sevdiğimi, hayatımda olduğunuz için çok mutlu olduğumu bilin :)